Mert Sarac

Developer, Entrepreneur, Geek

İyi bir mobil uygulamayı öne çıkaran detaylar nelerdir?

Elimizdeki ufak cihazların ve tabletlerin bilgisayarlara kafa tuttuğu şu günlerde Internet sayfaları da yavaş yavaş mobil uygulamalara dönüşmeye başladı. İyi bir web sayfasının ayırt edici özelliklerini biliyoruz. Peki ya mobil uygulamalar?

Aslında şu anki mobil teknolojilere bakacak olursak halen taşların tam olarak yerine oturmadığı, her gün bir öncekinden daha iyisinin yapılabildiği bir manzaraya bakıyor olsak da sıkça yapılan yanlışlar ve olması gereken temel şeyler belirli durumda.

İyi bir mobil uygulama nasıl olmalı, nasıl olmamalı?

İyi bir mobil uygulama için temel olarak cihazın sunabildiği tüm özellikleri en iyi şekilde kullanabilen, cihazın genel arayüzüne uygun hazırlanmış kullanıcı dostu bir tasarıma sahip, tamamen native hazırlanarak performansı olumsuz yönde etkilemeyerek kullanıcıya elindeki cihazı özel hissettirebilecek uygulamalar diyebiliriz. Aslında çok ufak detaylar ile rakip uygulamalarınızdan bir adım önde olmak hiç de zor değil. Örnek verecek olursak kullanıcının şehir seçmesi gereken bir ekranda GPS konumunu kullanmak veya ekrandaki verileri yenilemek için cihazı sallamasını istemek gibi detayları bu sınıfa katabiliriz.

Ancak önemli detaylardan birisi de uygulamanın tasarımı. Aslında tam olarak tasarım demek de doğru değil çünkü burada bahsedeceklerim UI (User Interface) hakkında değil UX (User Experience) hakkında olacak. Cihazdaki tüm uygulamalarda ekranın üst köşesinde yer alan bir butonu kendi uygulamanızda ekranın alt köşesine almanız durumunda bu davranış kullanıcı alışkanlıklarına ters düşecek ve olumsuz yorumlar almanıza sebep olacaktır. Standartların dışına çıkmak size farklılık katacak olsa da bu farklılıkların kullanıcıların hoşuna gitmeyecek ya da işini zorlaştıracak şeyler olmasından kaçınmalısınız. Yine örnek vermek gerekirse ekrandaki görüntünün hoş olması için küçülttüğünüz bir butona dokunmatik cihazında basmak isteyen bir kullanıcı bu butona basabilmek için birkaç kez çaba sarf ediyorsa iyi tasarımlı ama kullanışsız bir uygulamaya sahip olmuş olacaksınız. Bir diğer dikkat etmeniz gereken yer de cihazda herkesin radio button kullandığı bir yerde gereksiniminiz olmadığı halde checkbox kullanmak gibi kafa karıştırıcı şeyler yapmamak.

Son zamanlarda sıklıkla karşıma çıkan ve bana kalırsa arasında shortcut ile bir farklılık bulundurmayan browser tabanlı uygulamalar ise rakiplerine göre her zaman birkaç adım geride olacaktır. Yaşanan performans sorunları, arayüzün kalitesinin düşük olması, kullanım hissiyatının azaltılmış olması gibi detaylar sadece kötü bir uygulamaya sahip olmanızla sonuçlanmayacak, aynı zamanda markanız için de değer kaybı yaratacaktır. Bunun en temel sebebi kullanıcıların binlerce lira verip aldıkları cihazlarından en iyiyi beklemeleri, ancak sizin uygulamanızın bunları sunamamasından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda bir mobil uygulama çıkartmak yerine mobil cihazlarda sorunsuz çalışabilen bir mobil web sayfası veya micro site hazırlamak çok daha olumlu sonuçlanacaktır.

Son olarak da yaptığınız uygulamalarda performans konusuna özellikle dikkat etmenizi tavsiye ediyorum. Aslında burada performans dediğimde çoğu kişideki ilk algı uygulamanın açılış süresi, ekranların geçiş süresi, bir işi yapma süresi gibi şeyler. Ancak bir uygulamanın pil kullanımı, gereksiz data transferleri yapması gibi detayları da performans altında incelenmesi gereken kriterler. Örneğin bir kullanıcının hangi şehirde olduğunu anlamak için lokasyon bilgisini operatörden almak yerine 8 farklı GPS uydusuna bağlanarak almayı tercih ederseniz bu size hem hız ve zaman kaybı hem de gereksiz pil tüketimi olarak geri dönecektir. Bunun yerine kullanıcının IP adresinden de kullanıcının bulunduğu şehri neredeyse kesin şekilde algılayabilirsiniz. Aynı şekilde ekran ilk açıldığında kapalı gelen bir sekmenin veya bir bölümün içerisindeki veriyi ekran oluşturulurken internetten almak ve parse etmek yerine kullanıcı burayı görüntülemek istediğinde bu işlemleri yapmak size performans açısından değer kazandıracaktır.

Web üzerinden alınan verilerle ilgili belirtmek istediğim son detay da uygulamada cache kullanılması ile ilgili. Örneğin restoranlar hakkında bilgi veren bir web siteniz var ve bu web sitesi için mobil uygulama yapmaya karar verdiniz. Web sitenizde kayıtlı 1000 restoran bulunuyor ve siz bunları bir liste olarak kullanıcıya sunuyorsunuz. Böyle bir sitede saat başı restoran eklenme ihtimali oldukça düşük olduğundan restoran listesini bir kez alıp, bunu cihazda saklayarak diğer ekranlarda bu veri için request yapılmasını engellemek size performans kazandıracak önemli bir detay olabilmektedir. Bu bağlamda Windows Phone ve Silverlight’ta her türlü veri objesinin Isolated Storage altında saklanabildiğini hatırlatmayı faydalı görüyorum.

Mobil uygulamalarda başlangıç seviyesindeki başarı kriterlerini anlattığım ve kişisel görüşlerime de yer verdiğim bu yazının faydalı olması dileğiyle.

Windows üzerinde sanal makine olarak Mac OS X Mountain Lion çalıştırmak

Yakın zamanda Windows Phone ve Android sonrasında iOS Development tarafına da yönelmek istemem üzerine Xamarin ve Xcode’u kıyaslamak istedim. Xamarin Studio ve Visual Studio üzerindeki iOS development deneyimlerimi farklı bir yazıda paylaşmayı düşünüyorum ama öncelikle PC üzerinde nasıl Mac OS X ve Xcode’u çalıştıracağımızı paylaşmak istedim.

Gerekli Yazılımlar:

  1. VirtualBox (Oracle tarafından tamamen ücretsiz dağıtılan Virtual Machine yazılımı)
  2. VirtualBox Extension Pack (PC üzerindeki USB donanımların Mac OS X’e aktarılması için bu eklenti gerekli. iPhone ya da iPad ile debug yapabilmek istiyorsanız bu eklentiyi kurmak zorundasınız. Debug yapmayacaksanız da kurmanızı tavsiye ederim.)
  3. Herhangi bir Torrent Client yazılımı (iAtkos ML2 adındaki Hackintosh dağıtımı torrent üzerinden yapıldığı için gerekli)
  4. iAtkos ML2 (Ücretsiz bir Hackintosh Mountain Lion 10.8.2 dağıtımı)

Öncelikle belirtmek isterim ki sahip olduğum 6 notebook üzerinde de bu kurulumu gerçekleştirmeyi denedim fakat her donanım bunu desteklemiyor. Denediklerim arasında hangilerinde çalışıp hangilerinde çalışmadığını aşağıda görebilirsiniz:

Lenovo IdeaPad S210T Ultrabook: Başarısız
Lenovo IdeaPad Yoga 13: Başarılı
Lenovo ThinkPad T530: Başarılı
Lenovo ThinkPad X1 Carbon: Başarılı
Lenovo ThinkPad X1 Carbon Touch: Başarılı
Lenovo ThinkPad E540: Başarılı

Bahsettiğim 3 sistemde de Windows 8.1 64-bit İngilizce ve Intel işlemci bulunuyor. Eğer sisteminiz 64-bit değilse, işlemciniz Intel değilse, bellek miktarınız 4 GB üzeri değilse, bilgisayarınızda 20 GB üzeri boş alan bulunmuyorsa Hackintosh sizin sisteminizde çalışmayacaktır.

Gerekli dosyaları indirdiyseniz VirtualBox üzerinden kurulum yapabilmek için yapmanız gerekenlere geçebiliriz.

  1. Sisteminizi yeniden başlatın ve BIOS ekranına ulaştıktan sonra Advanced BIOS Features altındaki (Award BIOS için bu başlık altında, üretici yazılımınıza göre farklılık gösterebilir) Intel Virtualization Technology seçeneğini Enabled yapın. Ayarları kaydettikten sonra sisteminizi yeniden başlatın.
  2. VirtualBox kurulumunu tamamladıktan sonra VirtualBox’ı açın ve VirtualBox Entension Pack kurulum dosyasına çift tıklayın. Yönergeleri takip ettiğinizde birkaç tıklama ile extension kurulumunu tamamlayabilirsiniz.
  3. VirtualBox üzerinde New butonuna basarak “Create Virtual Machine” ekranına gelin. Name alanını doldurmadan Type bölümünden Mac OS X, Version bölümünden Mac OS X [64 bit] seçeneklerini seçin. Ardından makinenize bir isim verip Next ile devam edin.
  4. Memory size belirleme ekranında Mac OS X için minimum 2048 MB, fakat mümkünse 4096 MB bellek alanı ayırın.
  5. Hard drive ekranında Create a virtual hard drive now seçeneği işaretliyken Create butonuna basarak devam edin.
  6. Hard drive file type bölümünde VirtualBox Disk Image seçiliyken devam edebilirsiniz.
  7. Storage on physical hard drive bölümünde Dynamic seçiliyken devam edebilirsiniz.
  8. File Location olarak dilediğiniz bir yeri 20 GB alan ayırarak seçebilirsiniz.
  9. Oluşturduğunuz sanal bilgisayarda Settings’e gelip System başlığı altından Motherboard tabindeki Extended Fetures bölümünde yer alan Enable EFI (special OSes only) seçeneğinin işaretini kaldırıp Storage başlığına gelin. Burada Storage Tree altındaki disk sürücüsü seçiliyken sağ tarafta yer alan Attributes bölümündeki CD/DVD Drive alanında sağ tarafta yer alan disk ikonuna tıklayarak Choose a virtual CD/DVD disk file seçeneğine gelerek indirdiğiniz iAtkos ML2 dmg dosyasını seçin.
  10. Settings bölümündeki ayarları kaydettikten sonra Start diyerek makineyi başlatabilirsiniz.
  11. iAtkos ekrana geldikten sonra kurulum için bir tuşa basın.
  12. Eğer bu aşamada iAtkos size Can’t find başlıklı bir uyarı verecek olursa bu sizin sanal makinenizin 64-bit olmadığı anlamına gelmektedir. Oluşturduğunuz sanal makineyi tamamen silin, üçüncü aşamaya geri dönün ve yönergeleri tekrar inceleyin. Version bölümünü default olarak bırakmadığınızdan ve 64 bitlik sürümü seçtiğinizden emin olun.
  13. Eğer her şey yolundaysa karşınıza kurulum ekranı gelecektir. Burada dil seçimi yaptıktan sonra devam edin.
  14. Eğer Türkçe kurulum yapıyorsanız bir sonraki ekranda üst barda İzlenceler, İngilizce kurulum yapıyorsanız üst barda Utilities adında bir başlık göreceksiniz. Bunun altında Disk İzlencesi/Disk Utility bölümüne gelin.
  15. Sol taraftan sabit diskinizi seçtikten sonra ikinci sekme olan Sil/Delete sekmesine gelin.
  16. Biçim olarak Mac OS Genişletilmiş (Günlüklü) / Mac OS X Extended (Journaled) seçtikten sonra bir ad belirleyin ve Sil/Delete butonuna basıp çıkan uyarıyı onaylayarak devam edin.
  17. Ekranı kapatıp kuruluma geri döndükten sonra devam edip koşulları onaylayın.
  18. Az önce oluşturduğunuz diski seçtikten sonra yüklemeyi başlatın.
  19. Yaklaşık 10 – 15 dk içerisinde kurulum tamamlanacaktır.
  20. VirtualBox üzerinde sağ alt köşede yer alan CD/DVD sürücüsü ikonuna tıklayın ve Remove disk from virtual drive butonuna basın.
  21. Kurulum tamamlandıktan sonra sistemi yeniden başlatın.
  22. VirtualBox Mac OS X için otomatik yeniden başlatmayı desteklemediği için “You need to restart your computer. Hold down the power button until it turns off, then press the Power button again.” uyarısını alacaksınız. Bu aşamada VirtualBox üzerinden Machine menüsüne gelip Reset butonuna basın.
  23. Sistem açıldıktan sonra klavye seçeneği olarak Türkçe QWERTY PC seçimini yapıp devam edin.
  24. Sonraki aşamaları atlayarak devam edebilirsiniz.
  25. Bir hesap oluşturduktan ve şifre girdikten sonra saat dilimi ayarında İstanbul – Türkiye seçimini yapın.
  26. Kaydetme aşamasında atlayarak devam edebilirsiniz.
  27. Mac açıldıktan sonra tam ekran görüntülenmeyecektir. Bu sorunu da düzeltmek için Mac OS X’i kapatın ve Windows’a geri dönün.
  28. Win + R ile açılan pencerede cmd yazarak devam edin. Ardından sırasıyla aşağıdaki komutları yazın:
  29. cd..
  30. cd..
  31. cd Program Files
  32. cd Oracle
  33. cd VirtualBox
  34. vboxmanage setextradata “SANAL MAKİNE ADINIZ” “CustomVideoMode1″ “1600x900x32″
  35. ÖNEMLİ: Üstteki komutta 1600x900x32 yazan alanı kendi ekran çözünürlüğünüzle değiştirin. Örn: 1024x768x32 şeklinde.
  36. Enter ile komutu çalıştırdıktan sonra komut satırını kapatın ve VirtualBox’a geri dönün.
  37. Oluşturduğunuz sanal makineyi yeniden başlatın ve View seçeneği altından Full Screen’e geçin.
  38. Xcode kurabilmek için Xcode’u AppStore’dan indirmeniz gerekiyor. Fakat indirmek istediğinizde sisteminizin güncel olmadığı uyarısını alacaksınız. Bunun için AppStore üzerindeki Updates/Güncellemeler sekmesi altından Mountain Lion’ın en güncel versiyonunu indirip güncelleyin.
  39. Güncellemeden sonra sistemi yeniden başlatın ve AppStore’da Xcode’u aratın.
  40. Bu aşamada eğer bir Apple hesabınız varsa giriş yapın. Eğer Apple hesabınız yoksa kayıt olmanız gerekiyor. Xcode ücretsiz olsa da kayıt olurken kredi kartı bilgilerinizi vermeniz zorunlu.
  41. AppStore’dan Xcode’u indirdikten sonra Mac OS X’in ve Xcode’un keyfini sürebilirsiniz!

Diğer sanallaştırma teknolojileri

Dilerseniz VirtualBox yerine VMware de kullanabilirsiniz. Fakat burada bir saçmalık var. VMware sistemde Hyper-V yüklüyse bilgisayarınıza VMware’i kurmanıza izin vermiyor. Çözüm yolu ise önce VMware’i ardından Hyper-V’yi kurmak. Fakat Windows Phone için development yapanlar için durum kötü. Windows Phone Emulator Hyper-V üzerinde çalıştığı için Hyper-V’yi uninstall etmek için öncelikle Windows Phone SDK’yı uninstall etmeli, VMware’i kurduktan sonra tekrar Hyper-V ve Windows Phone SDK kurmalısınız. Açıkçası hem ücretli hem de zahmetli olduğu için VMware’i kullanmak biraz mantıksız kalıyor.

Sorularınız olursa yorum olarak iletmekten çekinmeyin.

Office 365 nedir? Nasıl geçilir? Fayda sağlar mı?

Küçük işletmelerden kamu kuruluşlarına, eğitim kurumlarından kurumsal şirketlere kadar herkes için bulut altyapısı sağlayan Office 365 ile biz de şirket olarak yaklaşık 6 ay önce tanıştık. Orta Ölçekli İşletme lisansı ile kullanmaya başladığımız Office 365 geçtiğimiz 6 ay içerisinde bize birçok konuda tecrübe kazandırdı.

Office 365’e nasıl geçilir?

Eğer her şey sıfırdan başlıyorsa işiniz çok kolay. Office 365’in web sitesine girin, hesabınızı oluşturun, alan adınızın DNS kayıtlarını Office 365’e yönlendirin ve ödemeyi yaptıktan sonra kullanmaya başlayın!

Fakat var olan bir sistemi Office 365’e taşıyacaksanız işiniz biraz daha uzun sürecek. Office 365 öncesi Google üzerinden çalışan bir şirket olarak öncelikle Office 365 ve Exchange server yönetimini tanıyabilmek adına rhinorunner.onmicrosoft.com uzantılı bir domain ile demo hesabı açtık ve burada denemeler gerçekleştirdik. 1 haftalık test sürecinin ardından gerçek bir hesap açıp, kullanıcı sayımız kadar lisans aldıktan sonra kullanıcıların Office 365 hesaplarını oluşturduk. Bu aşamada DNS yönlendirmeleri yapılmadığı için buradaki e-posta adreslerine geçici olarak yine onmicrosoft.com uzantılı bir subdomain üzerinden erişim sağladık. Geçiş için günün en boş saati olarak geceyarısını seçtik ve beklemeye başladık. Gece 01:00 itibariyle önce DNS yönlendirmesini yapıp ardından Exchange yönetim merkezi üzerindeki geçiş bölümünden Google kullandığımız için IMAP protokolü ile Google üzerindeki tüm posta kutularının içeriklerini taşımaya başladık. Fakat bu aşamada bir sorun var: geçiş süresi sandığımızdan çok daha uzun sürdü. Google tarafındaki tüm posta kutularının toplam boyutunun 100 GB‘ı aşması ve Exchange’in aynı anda en fazla 3 hesabı senkronize etmesi sebebiyle gece 01:00’de başlattığımız taşıma işlemi tam 1 gün 15 saat 31 dakika sürdü.

Bu işlem devam ederken biz de Google tarafında kullandığımız dağıtım gruplarını oluşturmaya başladık. Maalesef ki öncesinde Exchange Server kullanmıyorsanız bu taşımaları elle yapmalı ve altlarındaki kullanıcıları tek tek elle tanımlamalısınız. Google tarafında oluşturulmasının çok kolay olduğu catch-all hesabının oluşturulmasının da bir hayli sıkıntılı olduğunu söylemeden geçmek istemiyorum.

Google’dan Office 365’e geçmek istememizin en önemli sebeplerinden birisi de Lync kullanmak istememizdi. Bu sebeple ofisteki tüm bilgisayarlarda var olan Office 2010’u kaldırıp Office 365 üzerinden edindiğimiz lisans ile Office 2013 yükledik ve Outlook ayarlarını yapılandırdık.

Fakat bu aşamada bir sorun daha var: Apple!

Şirketin bir ajans olduğu ve tüm dizayn ekibinin Mac kullandığı bir ofiste zaten bu tarafta bir sıkıntı yaşamayı bekliyorduk. Fakat sıkıntı beklediğimizden ağır oldu. Apple kullanıcılarının da mail server ayarlarını yaptıktan sonra ertesi sabah sesler yükselmeye başladı. Bu seslerin sebebi de Mac’in Mail yazılımının senkronizasyon yapısıydı. Office 365 taşıması sonrası sunucudaki tüm mailları yeniden download etmeye başlayan Mac Mail, başlattığı senkronizasyon işlemi kuyruktan kaybolana kadar yeni bir senkronizasyon isteğini işlemeye başlamadığı için gönderilen maillar outbox’ta, gelen maillar ise sunucuda beklemede kaldı. Senkronizasyon bitene kadar Apple kullanan kullanıcılarınızdan portal.microsoftonline.com üzerindeki Outlook Online’ı kullanmalarını rica ederseniz geçici bir çözüm elde edebilirsiniz.

Active Directory

Bu konu hakkında birçok araştırma yapıp birçok kişiye danıştık ve sonuç olarak iç sistemimizde yer alan Active Directory’i Office 365 ile bağlamamaya karar verdik. Bunun nedeni ise tamamen online bir sisteme geçmek isterken Active Directory’nin bunu baltalayabilecek olması. Bir sorun olması ve Office 365’in Active Directory sunucunuza internet üzerinden erişememesi halinde kullanıcılarınız hiçbir şekilde sisteme giriş yapamıyor. Bu da olası bir internet kesintisinde cep telefonlarımızdan bile mail atamayacağımız ve mail alamayacağımız anlamına geliyor.

Yaşanan diğer sorunlar

Bahsedeceğim bu sorunlar ise geçiş aşamasında değil, 6 aylık kullanım sürecinde ortaya çıkan sorunlar.

  1. Office for Mac 2011: Geçişin ardından kısa bir süre geçtikten sonra fark ettik ki kullanıcıların büyük bir hevesle kullanmaya çalıştığı özelliklerin bazıları Mac kullanıcılarında çalışmıyordu. Bunun sebebi ise kullanmaya çalıştıkları özelliğin Office 2013’te yeni gelen bir özellik olması, fakat Office for Mac 2011 üzerinde bulunmuyor olması. Bu özelliklere örnek vermek gerekirse Lync üzerinden canlı sunum paylaşmak, ekran paylaşmak, canlı anket oluşturmak gibi özelliklerin Office for Mac 2011’de bulunmadığını söyleyebilirim.
  2. Bağlantı sorunları: Uzaktaki bir sunucu üzerinden çalışan Lync, bazı konularda bizi hayal kırıklığına uğrattı. Sesli görüşmelerde çok sıkıntı yaşamasak da TeamViewer üzerinden sorunsuz gerçekleştirdiğimiz ekran paylaşma özelliğini Lync üzerinden yapmak istediğimizde 100 Mbps’lik bağlantıda dahi görüntüde donma sorunları yaşadık.
    Güncelleme: Bu sorunlar Eylül ayı itibariyle azaldı, geçen hafta yapılan Office güncellemesi ile birlikte önemsenmeyecek bir düzeye geldi. Fakat kullanıcılarımız artık bu özelliğin sorunlu olduğu önyargısına sahip oldukları için kullanım oranı oldukça düşük.
  3. SharePoint Online 2013: Daha önce bir server farm üzerinde çalışan SharePoint 2010 kullanan biri olarak onda dahi performans anlamındaki verimin çok iyi olmadığına inanan biriyim. Fakat SharePoint Online 2013’ün de bundan çok farklı olduğunu söylemem mümkün değil. Özellikle hız konusunda sınıfta kalıyor.
  4. SkyDrive Pro: Kişisel SkyDrive’a alışan kullanıcılara SkyDrive Pro’nun nasıl işlediğini anlatmak biraz fazla zor oldu ve sonuç olarak ne mi oldu? Herkes kişisel SkyDrive ya da Dropbox hesabını kullanmaya başladı.

Bu kadar kötümser olduktan sonra iyi yönlerinden de bahsetmenin vakti geldi. Öncelikle fiyat olarak Google ile kıyasladığınızda daha pahalı olmasına karşın daha fazla özelliği daha stabil şekilde sunarak Office 365 ilk başarısını elde ediyor. Google ile sağlayamadığımız anlık mail akışını da Exchange’in Outlook, Windows Phone Mail ve iPhone’un native mail uygulamasındaki mail push özelliğiyle Office 365 sayesinde sağlamış olduk. Uzaktan erişim için online arayüzü kullanmak istediğimizde de klavye kısayollarından tutun Lync’e kadar Outlook’a benzeyen ve sorunsuz çalışan bir sistem bulduk karşımızda. Office Online tarafı da gerek Word gerek Excel gerekse PowerPoint tarafında Windows sürümünü aratmadı ve Google Docs’a göre çok üstün bir performans sergiledi. Fakat en önemli fark sorun çıktığında karşımızda bir muhatap bulabiliyor olmaktı.

Google tarafında yaşadığımız sorunları çözmek adına harcadığımız çabayı düşündüğümde içimden her ne olursa olsun Office 365’i seçmek geliyor. Yaşadığınız bir sorunun Office 365 tarafındaki çözüm süreci şu şekilde işliyor: Microsoft, öncelikle yardım ve topluluk sayfalarını araştırmanızı istese de Office 365 yönetim merkezi üzerinde hizmet istekleri adlı bir bölüm sunuyor. Çözemediğiniz, anlam veremediğiniz bir sorun yaşadığınızda burada açacağınız Türkçe Hizmet İsteği ile karşınızda bir muhatap bulabiliyorsunuz. Google tarafında bu süreç önce yardım kanallarına bakmak, eğer çözüm bulamıyorsanız Google’a İngilizce bir e-mail gönderip günlerce yanıt beklemek, sonunda da manasız bir cevap alıp yerinize oturmak şeklindeydi. Eğer bir Google Partner aracılığıyla Google Apps kullanıcısı olmuşsanız bu durumda o danışmanlık şirketine de ulaşabilirdiniz fakat çoğu senaryoda bu da ücretli bakım işlemleri ile sonuçlanmaktaydı. Aşağıya eklediğim screenshot üzerinde Office 365 üzerindeki hizmet isteği sayfasını ve sağ tarafta bulunan yüz gülümsetici uyarıyı görebilirsiniz.

Fakat burada önemli bir detay söz konusu, belirtilen destek hattı numarası cep telefonları ile aranamıyor. Türkiye için 00800 448 824 556 olan destek hattı numarasını cep telefonunuzdan aramak istediğinizde yanlış bir numara çevirdiğiniz uyarısını alıyorsunuz.

Fakat merak etmeyin, eğer bir hizmet isteği kaydı oluşturursanız Microsoft Customer Support ekibindeki Frontline Destek Mühendisleri sizi şaşırtacak kadar kısa bir süre içerisinde telefonla size dönüş yapıyor, bilgisayarınıza uzaktan bağlantı gerçekleştiriyor, telefonda Türkçe destek sağlayarak yardımcı olmaya çalışıyor, yeri geliyor saatlerce uğraşıyor ama sorununuz çözülmeden ortadan kaybolmuyorlar. Hatta bu yazıyı yazmama sebep olan durum da SRX1223896575ID numaralı kaydım için Microsoft Frontline Destek Mühendisi Ümit Engin Yükselen‘in bana yaptığı hızlı geri dönüş (20 dk) üzerine oldu. Geçtiğimiz 2 gün boyunca defalarca arayıp, defalarca e-mail üzerinden iletişime geçip, defalarca da uzaktan bağlantı gerçekleştirerek yaşadığımız 2 sorun için çözüm odaklı çalışarak bizlere yardımcı oldu. Kendisine ilgisi için bir teşekkürü borç bilirim.

Sonuç olarak, Office 365 fayda sağlar mı?

Eğer IT tarafında bir mail sunucusunun yükünü üzerinizde tutmak istemiyor, bunun en profesyönel şekilde yönetilmesini istiyorsanız, aynı zamanda stabil, hızlı ve çeşitlilik barındıran bir hizmet bekliyorsanız, Office 365’i kesinlikle tavsiye ederim. Her geçen gün hizmet kalitesinin daha da arttığını söylemekte fayda var. Fakat şu anki planlarınız sistemin detaylı değil ucuz olması yönünde ilerliyorsa bu durumda tavsiyem Google Apps olacaktır. Şunu da unutmamak gerekir ki bugün kullanacağınız Google Apps’ten ileride Office 365’e geçmek istemeniz halinde bu geçiş zorlu bir süreç oluşturacak. Bu yüzden daha düşük fiyatlı Office 365 paketlerini incelemekte de fayda var. Emin olun Office 365, ödediğiniz her kuruşun hakkını verecek bir performans sergiliyor. Özellikle de Google’da neredeyse hiç sahip olamayacağınız destek hizmetlerinde.